‘Din’ kelimesini İslam’la değiştirip ‘Buyurun, şimdi konuşun!’ demek lazım. Soyuttan somuta geçersek tartışma daha sağlıklı yürür. Karşı çıkacaklarsa da açıkça çıksın ve neye itiraz ettiklerini doğrudan dile getirsinler.” Süleyman Şah Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adnan Aslan dindar nesil tartışmalarının kısır zeminine itiraz ederken sarf ediyor bu cümleleri. Üzerinde durulması, tartışılması ve gündemde tutulması gereken bir meseleyle meşgulüz ancak zeminimiz yanlış Aslan’a göre. İkinci ve belki de daha önemli mesele; tartışmaların ‘yapısal’ sorunlar yüzünden din cahili kişiler tarafından yürütülmesi. “Seküler dünyanın sorunlarını aşabilecek tek şey gerçek dindarlık” diyen Aslan, bu imkânı reddettiğimizde aslında kendi geleceğimizi reddettiğimize dikkat çekiyor…
-Din meselesi hakikaten gerçek içeriğiyle mi geliyor gündemimize yoksa bu kavramlar üzerinden başka kavgalar mı veriyoruz?
Türkiye’de din ve dindarlık tartışmalarında ciddi bir soyutlama ve müphemleştirme ile karşı karşıyayız. Neyi konuşuyoruz? Dini. Peki, bu din hangi din? Önce bunu belirleyelim. Dini değil İslamiyeti konuşuyoruz. Tartışmalarda kullanılan her ‘din’ kelimesini İslam’la değiştirip buyurun, şimdi konuşun demek lazım. Kavramları değiştirirsek, soyuttan somuta geçersek tartışma daha sağlıklı yürür. Karşı çıkılacaksa da açıkça çıksın ve neye itiraz ettiklerini doğrudan dile getirsinler. Bu yoldan yürürsek sağlıklı bir tartışma çıkar ortaya. Meselemiz toplumun şu veya bu şekilde dinini tanıması, tanıdıktan sonra da içselleştirmesi. Dindarlaşma bu değil mi? Buna itiraz nedir? Neden İslamiyet’in tanınmasından endişe duyuyoruz? Bizi korkutan ne?
-Bir endişe mi görüyorsunuz?
Tabii. İnanılmaz derecede endişe var. Mesele ‘din’ üzerinden konuşulduğunda niyetlerin açık edilmesi daha kolay. Oysa herhangi bir dini değil, kendi dinimizi, İslam’ı konuşuyoruz. Hiç kimse Allah’la kul arasında irtibatı temin edemez. Ne devlet ne fert ne de başka biri. Ancak aradaki engelleri kaldırabilir. Bugün modern dünyada Allah’la kul arasında, İslam’la milletimiz arasında inanılmaz engeller var. Üstelik bunlar yapısal engeller, hikâye değil.
-Yapısal engellerden kastınız ne?
Devletten kaynaklanan sistematik engeller. Bunları nasıl aşacak fert? Neden bugün özel kolej açabiliyorsunuz da özel imam hatip lisesi açamıyorsunuz?
-Neden?
Yapısal bir engel var çünkü. Yasak. Türkiye’de din eğitimi var mı?
-Yok mu?
Yok maalesef. Türkiye’de din eğitimi yok!
-Ya zorunlu din dersleri ve imam hatipler?
O, din öğretimidir. Aradaki farkı görmek lazım. Dinle ilgili iki tür bilgi vardır; biri dinî, diğeri din hakkındaki bilgi. Din hakkındaki bilgi herkese verilebilir, verilmelidir de. Din, hayatın önemli bir fenomenidir çünkü. Bir insan ateist olabilir yine de din hakkında bilgi edinmesi gerekir. Çünkü din aynı zamanda kültürün bir parçasıdır. Bilgisizlik çok gülünç şeylere sebebiyet verebiliyor. Kendini ciddi addeden bir gazeteci çıkıp diyor ki; ‘Ramazanlar sıcak zamanlara geldi, sabitleyelim…’ Bu komik değil, acıklı bir hadise. Bu kadar temel bir bilgiden bile habersiz demek ki! İslam tarihi, mezhepler bilinmeden siyaset de anlaşılamaz. Şiilikten bahsediyoruz. Nedir Şiilik? Irak’ta neler olup bittiğini neden anlamıyoruz? Türkiye’de din hakkında inanılmaz bir cehalet var. İnsanlar bu cehaletin ifşa edilmesine razı değiller, üzerine gidilmesini istemiyorlar. Kurtulmak da istemiyorlar. Ve bu cehalet de yapısal bir cehalet. Bu yapısal cehaletten ancak yapısal bir dönüşümle kurtulabiliriz. Bunu yapacak mekanizma da devlettir. Dinin en basit ritüellerini yapamayan, bu konularda hiçbir şey bilmeyen nesillerle karşı karşıyayız, trajik bir durum.
-Ve din eksenindeki tartışmalar o nesiller tarafından yürütülüyor…
Tabii. Ehil olmayan hatta bilgi sahibi bile olmayan insanlar hüküm vermeye kalkıyor.
-Yapısal bir problemden söz ettiniz. Kökenlerine doğru gitsek biraz…
Türkiye’nin modernleşme tarihi ile alakalı. Modern Türkiye’de pozitivist felsefe zımnen kabul edildi, alenen itiraf edildi ve uygulandı. Bu felsefenin temel argümanı, Din terakkiye manidir. Bu önerme üzerinden, bunu esas kabul ederek ele alındı mesele. Bütün yapısal oluşum bu eksende oluşturuldu. Millet, halk ve nesiller mümkün olduğu kadar dinle sahih bir buluşma yaşamasın diye gayret edildi. Edebiyatta, sanatta, sinemada yapılan din vurgusuna bakın. Sahih buluşmadan kastım bu işte. Sahih bir buluşmaya imkân verilirse millet kendi değerlerini yeniden keşfedebilirdi. Bütün olumlu gelişmelere, kısmi rahatlamalara rağmen dinî eğitim daima kontrol altında tutuldu. Halkın sahih dinî düşünceyle, anlayışla ve gelenekle buluşmasının önündeki engeller artırıldı maalesef. Batı ileri demokrasilerinde okullarda ciddi şekilde din eğitimi verilir. Devlet bunu yüklenmeyebilir ama insanların taleplerine cevap verecek mekanizmalar oluşturmak, bunların önünü açmak durumundadır.
-Türkiye’de şu anda yürütülen tartışma din tartışması mı, dindarlık tartışması mı? Ya da bunların ikisi aynı şey mi?
Meselenin iki tarafı var. Birincisi; yapısal kurumlarda dinî uygulamaları ya tolere edecek veya reddedeceğiz. Bu mesele çözülmüş değil ama en azından nihai planda insanlar dinî tercihlerini özgür biçimde yaşama ve örgütlenme hakkına sahip olmalı. İkincisi ve aslında daha derinlerde olan mesele ise şu; biz din derken aslında İslam’ı konuşuyoruz. İslamiyet’in bu millet için ne anlam ifade ettiğine bakalım. Pozitivist anlayışın bu konudaki yorumlarının yanlış olduğunu yaşayarak öğrendik. Sadece biz değil, bütün dünya gördü ve artık ciddiye alınmıyor pozitivizm. Tarihî bir tartışma olarak rafa kaldırıldı. Fakat gariptir Türkiye’de insanların zihninde hâlâ çok canlı. İslamiyet’in, bu dinin mensupları için çok temel bir ilim, kültür, medeniyet, ahlak, fikir, sanat kaynağı olduğunu keşfetmemiz lazım. Neden bu tâli meseleleri konuşuyoruz? İnsanımızı koruyacak tam teşekküllü bir değerler sistemini benimsemek için bütün yolları açmamız gerekirken nedir bu bir bardak suda kopardığımız fırtınalar? Bu kadar endişeli ve vulgar bir şekilde meseleye yaklaşmanın manası ne?
-Tartışılmasına değil, yanlış tartışılmasına itiraz ediyorsunuz yani?
Evet… Tarihçilerin dile getirdiği bir şey var. İslam’ı terk eden Türk kavimleri Türklüğü de kaybediyor. Macarlar, Avrupa Hunları… Ne oldular? İslam’ın millî kimliği muhafaza gibi bir gücü bile var. Bu din, aslında bizim kimliğimiz, onu terk ettiğimiz zaman kimliğimizi terk etmiş olacağız. Küresel bir kültür ve onun araçlarıyla kuşatılmış durumdayız. Tüketim kültürü, sanat, medya ve sinema. Bu sisteme teslim olup dönüştüğümüzde kendimize ait hiçbir değerimiz kalmaz. Yok oluruz! Bizi koruyan, yeni bir düşünce ufkuna ve medeniyete ulaşmamızın kaynağı ne? Müslümanlık… Bunun bilinmesi ve tanınması gerekmez mi?
-Konunun çerçevesinin ne kadar geniş olduğu ve neye taalluk ettiği konusunda bir farkındalık var mı sizce?
Hayır, maalesef… Bu da, dinî konuda cehalet diz boyu tezimizi teyit ediyor. Tartışmayı cahiller yürütüyor. Aydınlanmak da istemiyorlar, ne garip…
-İslam’ın neye tekabül ettiğini görmeden herhangi bir toplumsal meseleye çözüm üretilebilir mi?
Batı toplumunda Hıristiyanlığın varlığını, işlevselliğini, geçerliliğini tayin eden şey Aydınlanma olmuştur. Ve din hep bir tali unsur olarak muhafaza edilmiştir. İslamiyet açısından böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü bütün toplumsal hadiseler şu ya da bu şekilde doğrudan Müslümanlıkla alakalıdır. Bizim ateistlerimiz bile Müslüman ateistlerdir. Çünkü içine doğdukları kültürü bu din şekillendirmiştir. İnsan ilişkilerine, dostluklarına, anne babalarına karşı muamelelerine bakın! Hepsi ya bir ayete ya hadise ya Peygamber Efendimiz’in uygulamasına gider. Dini toplumdan koparabileceğimiz hiçbir alan yok. Toplumun bütün düşüncesine, felsefesine kabul etsin ya da etmesin bu kadar sirayet etmiş bir dinle olan ilişkiyi belirleme hususunda bir kısırlık var. Yanlış şeyler konuşuyoruz!
-Neyi konuşmalıyız peki?
Nasıl yepyeni bir sanat ortaya koyabiliriz? Kendi geleneğimizi, inancımızı nasıl ifade edebiliriz? Batının sineması var mesela. Onun karşısına neyle çıkacağız? Bunu konuşalım. Batının bir düşüncesi, felsefesi var. Peki, bunun karşısında ne yapacağız? Bizim de İbn-i Sina’mız, Mevlana’mız, İbn-i Arabî’miz, İbn-i Haldun’unumuz var. Ama bunların hepsi tarihte.
-Batı bugünün dünyasına cevap üretebiliyor. Peki ya biz?
Sahih soru bu. Biz ne yapacağız? Nasıl bir düşünce üreteceğiz? İslamiyet bize bu konuda nasıl rehberlik edecek? İnanılmaz bir ıstırap içindeyiz. Modern devlet ve onun müesseseleri artık bu millete dar geliyor. Yeni yapılanmalara doğru gitmek zorundayız. Batı’yı taklit etmek bizi bir noktaya getirebilir ama bu her zaman taklit olarak kalır.
-Sadece bir zümrenin meselesi gibi gösterilmeye çalışılan dinin aslında bütün toplumun gündeminde olması gerekiyor yani?
Din bizim varoluş alanımızdır. Biz derken herkesi kastediyorum. Dindar olmayan, hatta dine karşı olan da bu zeminde var olacaktır. Önemli olan bu alanı ne kadar koruyabildiğimiz ve genişletebildiğimizdir.
-Toplumla din arasındaki makası genişleten yapısal problemlerden söz ettiniz. Daha net konuşursak nedir bu problemler?
Yapısaldan kastım açık, sahih din anlayışıyla, din bilgisi ile mümkün olduğunca karşılaşmaması isteniyor fertlerin. Nesiller din hakkında inanılmaz bir cehaletle yetişiyor. Sonra da modern hayatın konumlanma biçimi ve tarzı ile karşılaşıyor. Modernite dinî olanı dışarıda bırakacak şekilde gelişiyor. Ve yoğun bir şekilde empoze ediliyor.
-Kim empoze ediyor?
Devlet! Bariz değil ama kurduğu sistemle yapıyor bunu. Eğitim sistemi, medya, diğer iletişim ağları. Dindar olmayan iyice uzaklaşsın ve dine karşı olsun diye uğraşan bir mekanizma var sanki. Neticeye baktığımda bu kanaate ulaşıyorum. Dindar olanların da dinî derinlikten uzaklaşması isteniyor. Dinin ideolojik tarafının ortaya çıkarılması, beslenmesi, görüş ve görünüşün merkeze taşınması, gerçek dindarlığın bu görünüş ve gösterişle alakalı olduğu kanaatinin benimsetilmesi… Gerçek dindarların değil de dindar görünenlerin itibar görmesi çok önemli hatta en ciddi problem.
-Kimdir dindar?
Dindarlığın tezahürü ahlakidir. Ne kadar fedakâr, ne kadar infak ediyor, kâinattaki tüm varlıkların hukukuna ne kadar riayet ediyor? İbadet elbette olacak ama dinin meyvesi ahlaktır. Bir insanın dindar olup olmadığını anlamanın çok kolay bir yolu var. Davranışlarına bakacaksın, ahlaki bir kemâl var mı, yok mu? O gizlenebilecek bir şey değildir. Hemen kendini gösterir. Kelamda aramayacaksınız… Fakat muhtelif vesilelerle yapılan tartışmaların hiçbirinde kasıt da hedef de bu değil. İnsan ahlaki bir varlıktır. Krizlerin arka planlarında hep ahlaki zaaflar var. Dindarlık ahlakken kimse ahlaktan bahsetmiyor. Herkes tezahürleri ile uğraşıyor.
-Dini dışlayan bir modernliğin içinde nasıl bir dindarlık yaşayacağız?
İnsanın nihai soruları vardır. Ve bu sorular her çağda geçerlidir. Varlık sorularıdır bunlar. Niçin varız? Ne olacağız? Hayat dediğimiz şey ne? Dünyadan sonra bir hayat var mı? Bunlar varoluşla alakalı sorular. İslam bunlara çok tatmin eden cevaplar verir. Bu sebeple modernliği aşan bir sistemdir. Ferdî bunalımların sebebi, bu sorulara cevap bulamamaktır. Bizim için problemlerin çözümü çok net. Ancak ve ancak ahlaki kemalle aşılabilir. Ahlakımızın zemini de belli. Modernlik aslında kendi meselelerini aşmakta, kendini devam ettirmekte ve yorumlamakta zorlanıyor. Modernliği aşabilecek araçlarımız var mı? Ve bu araçlar bizi nereye taşıyor? Objektif olarak herkesin görebileceği cevaplardan söz ediyorum, hikâye anlatmıyorum. Modernliği aşabilecek tek şey gerçek dindarlıktır, gerçek ahlaktır ve bu imkân bizim geleceğimizdir. Onu reddettiğimizde asıl reddettiğimiz kendi geleceğimizdir.
Kaynak: Aksiyon